Telefon

0(312) 466 3838

Barbaros Mah. Büklüm Cd. No:72

Kavaklıdere/Çankaya/Ankara

Çocuklarda Doğum Lekelerine Dikkat!

Bebeklerde doğum lekeleri bazen ilk yıllar içerisinde kaybolurken, bazı durumlarda da kişinin hayatı boyunca bedeninde taşıyacağı bir iz olarak kalabiliyor. Özellikle kanama ve enfeksiyon riskine açık lekelere dikkat edilmesi gerekirken, yanlış müdahaleler olumsuz sonuçlara neden olabiliyor.

Doğum lekelerinin çoğu 5 yaşa kadar kayboluyor

Doğum lekeleri, ailelerin doğum sonrası çocuk doktorlarına en sık sorduğu sorular arasında yer almaktadır. Bu lekeler doğal olarak aileleri tedirgin etmektedir. Bu lekelerden en sık rastlanan halk arasında “leylek ısırığı” olarak bilinen lekedir. Genelde göz kapakları, iki kaşın arası ve ensede olur. Kabarık olmayan bu lekeler, ince kan damarlarının genişlemesi ile oluşmaktadır. Sağlığı tehdit etmediği gibi çoğunlukla 6 ay- 1 yıl içerisinde kaybolmaktadır. Bazen bu süreç uzayabilir. Özellikle de ensedeki lekeler kalıcı olabilmektedir. Lekelerin yüzde 90’ı ciltten kabarık değilse ilk 5 yaş içinde kaybolmaktadır.

Kalıcı lekeler lazer tedavisi ile yok edilebiliyor

Bebeklerde görülen normal doğum lekelerinden bir diğeri “port şarabı” olarak adlandırılır. Bu lekeler genellikle bebeğin yüz kısmında görülür. Yeni doğan bebekte pek fark edilmeyecek kadar açık renkteyken, giderek koyulaşır. Cilde çok yakın olan kılcal kan damarlarının genişlemesi sonucu oluşur. Bu lekeler de ciltten kabarık değildir ancak kalıcıdır. İlerleyen yıllarda estetik açıdan sorun oluşturabilecek olan bu lekeler, 4-5 yaş sonrası gerek görülürse lazer tedavisi ile yok edilebilir.

Bazı lekeler kanama ve enfeksiyon riski taşıyor

Damarsal kaynaklı bir diğer cilt lekesi “çilek hemanjiyomu” adını taşımaktadır. Bu, kanama, enfeksiyon ve iz bırakma gibi nedenlerle estetik açıdan en fazla soruna neden olan leke türüdür. Bebeklik döneminde hızla büyümeyi sağlayan hormonal faktörler, bu tür damarsal şişkinliklerin de büyümesine neden olur. 2-5 yaş arası bu büyüme hız keser ve ergenlik dönemine doğru kaybolmaya başlar. Bu tür hemanjiyomların beta bloker grubu ilaçlarla tedavisi, son zamanlarda başarılı sonuçlar alınmasını sağlamaktadır.

Leke göz, burun ya da dudak bölgesinde ise…

Çilek hemanjiyomu estetik açıdan sorun oluşturmasının yanı sıra göz kapağına yerleşmesi durumunda görme problemlerine, burun kanadına yerleşirse de tıkanıklığa yol açabilmektedir. Ayrıca bebeklerde dudak bölgesine yerleşmesi durumunda bebeğin beslenmesini önleyebilir. Bu nedenle çilek hemanjiyomların beklenilmeden küçülmesini hızlandırmak için kalp atımını ve kan basıncını düşüren ilaçların kullanımı gerekli olabilmektedir.

İlaç kullanımı mutlaka doktor kontrolünde olmalı

Bebeklerde doğum lekeleri için kullanılan ilaçların doktor kontrolünde alınması gerekmektedir. Özellikle kan basıncı, kan şekeri ve kalp atımları ilk dozlar verilirken bebek doğru bir şekilde izlenmelidir. Kalpte herhangi bir yapısal veya fonksiyonel bir anormalliğin olup olmadığının kontrol edilmesi için çocuk kardiyoloji uzmanına danışılmalıdır.

Kanama olan lekeler ciltte iz bırakabilir

Çilek hemanjiyomu tedavisi öncesi veya tedavi sırasında çilek gibi kabarık anormal damar yumağında kanama olabilir. Kanayan ve dökülen dokunun yerini anormal bir yara dokusu alarak ciltte iz bırakabilir. Bu açıdan plastik cerrahi uzmanı ile birlikte izlenmelidir. Bu damarsal yapının ilerlemesinin tamamen durduğundan emin olduktan sonra, varsa geriye kalan izlerin tedavisi plastik cerrahi uzmanları tarafından yapılmalıdır.   

Mongol lekesi 6 yaşa kadar görülebilir

Mongol lekesi, bebeklerde görülebilen doğum lekeleri arasındadır. Bu lekeler genelde bebeğin sırtında, kalçalarında, geniş alanlara yayılmış şekilde, deriden kabarık olmayan bir morartı olarak görülür. Bebeklik döneminden 4-6 yaşa kadar kalıcı olabilir. Sağlığı tehdit eden bir leke değildir ve zamanla tamamen kaybolur.

Doğum esnasında da lekeler oluşabilir

Doğumsal lekelerin yanı sıra doğum sırasında bebeğin basınca maruz kalan çıkıntılı yerlerinde veya doğum kanalından çıkarılırken tutulan kol ve bacak kısımlarında doğum travmasına bağlı cilt altı kanama sonucu morluklar oluşabilir. Bu görünümün en geç bir hafta içinde kaybolması beklenmektedir.

Sırttaki benler detaylı olarak muayene edilmeli 

Bebeklerde daha nadir rastlanan bir diğer doğum lekesi ise geniş alan kaplayan, bazen üzeri kıllı olabilen benlerdir. Bu benlerin sırtta yer alması özellikle omurilik anormalliklerine işaret edebileceğinden mutlaka konu ile ilgili ileri tetkikler yapılmalıdır. Deriden hafif kabarık, koyu siyah renkli benlerin de kanserleşme riski açısından sıkı takibi önemlidir.

Hamilelik Döneminde Kozmetik Ürün Kullanırken Dikkat!

Gebelik günlük yaşamda pek çok noktaya dikkat edilmesi gereken hassas bir dönem ve bu süreçte anne adayları kozmetik ürün kullanımı konusunda çeşitli endişeler yaşıyor. Özellikle nemlendirici kullanımından, saç boyamaya, makyaj malzemelerinden, güneş koruma ürünlerine kadar bakım uygulamaları konusunda çok dikkatli olunması gerekiyor. 

Hamileyken saç boyası ve düzleştiricisinden uzak durulmalı

Gebelik esnasında kullanılan kozmetik ürünlerle ilgili anne adaylarını en çok tedirgin eden konu saç boyalarıdır. Piyasada bulunan ve en sık kullanılan saç boyaları ile ilgili yapılan araştırmalarda bebek üzerinde kalıcı bir etki saptanmamıştır. Bununla birlikte gebelik döneminde kullanılan saç boyalarının bebekte ilerleyen yaşlarda ortaya çıkan hastalıklarla bağlantılı olabileceğini gösteren araştırma sonuçları da bulunmaktadır. Bu nedenle mümkünse saç boyalarının doğum sonrasında kullanılması önerilmektedir. Saç düzelticilerinin içerdiği sodyum hidroksit ve bisülfit denilen kimyasal oluşumlar nedeniyle gebelik boyunca kullanılmaları tavsiye edilmemektedir. Yine perma gibi yöntemler esnasında kullanılan kimyasal maddeler de saçlı deriden emilip kana karışabildiği için gebelik esnasında yaptırılmamalıdır.

Gebelikte lekelenmeye karşı güneş koruyucu kullanılmalı

Parfüm, deodorant, şampuan, makyaj ürünleri ve diğer cilt bakım ürünlerinin bebek gelişimi üzerinde olumsuz etkileri olup olmadığı ile ilgili yeterli bilimsel araştırma bulunmamaktadır. Bununla birlikte şimdiye kadar herhangi bir problem rapor edilmemiştir. Nemlendiriciler ve güneş koruyucular gebelik boyunca doktora danışılarak kullanılabilir. Özellikle güneşli havalarda, dışarı çıkarken güneş koruyucu kremler kullanılmalıdır. Yoğun bir ultraviyole ışık kaynağı olan güneşten uzak durmak ve güneşe çıkarken en az 20 faktörlü bir güneş kremi kullanmak lekelenmelerden korunmak için oldukça etkilidir. Lekelenme olan bölgelerin makyajla kapatılmasında bir sakınca yoktur. Gebelik esnasında oluşan karın ve basen bölgesi hatta memelerde görülebilen cilt çatlaklarının oluşmasını azaltmak için kakao, nemlendirici yağlar ve lanolin kremler kullanılabilir.

Sivilce ilaçları doğumsal anomalilere yol açabilir

Gebelik döneminde vücuttaki birçok sistem üzerinde fizyolojik değişiklikler olmaktadır. Bu dönemde değişen hormonların etkisiyle ciltte de bazı değişiklikler gözlenmektedir. Bu değişiklikler cilt kuruluğu, karın ve basen bölgesinde çatlaklar, ciltte alerjik reaksiyonlar, yüzde sivilcelenmeler, yağlanma ve tüylenmede artış olarak sıralanabilir. Özellikle yüz bölgesinde görülen sivilceler gebeleri sıkıntıya sokmaktadır. Gebelik döneminde sivilce tedavisinde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta izotretinoin içerikli “sivilce ilaçlarının” kullanılmasının sakıncalı olduğudur. İzotretinoin içerikli ilaçların gebelik esnasında kullanımının bebeklerde doğumsal anomalilere neden olduğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle gebelik döneminde sivilce tedavisi için ilaç kullanması gereken gebelerin mutlaka hekimlerine danışmaları gerekmektedir.

İnatçı kaşıntılara dikkat!

Gebelik sırasında sık görülen cilt değişikliklerinden bir diğeri yine başta yüz olmak üzere vücudun her yerinde oluşabilen lekelerdir. Sıklıkla yanaklar, alın, üst dudak, burun ve çenede düzensiz sınırlı kahverengi lekelere “gebelik maskesi” denir. Bu pigment artışı doğumdan sonra azalır veya ortadan kalkar. “Palmoplanter eritem” olarak adlandırılan avuç içlerinde ve nadiren de ayak tabanlarında kızarıklık ve kaşıntı şeklinde ortaya çıkan cilt değişikliği de sık görülmektedir. Bu cilt probleminin kaynağının gebelikte artan östrojen hormonu olabileceği düşünülmektedir. Kaşıntı şiddetli olduğunda nemlendirici kremler faydalı olabilmektedir. Nemlendirici kremlere cevap vermeyen kaşıntılarda ise mutlaka doktora başvurulması tavsiye edilmektedir. Gebelikte tüm vücutta veya sadece el ve ayaklarda ortaya çıkan kaşıntı, “gebelik kolestazı” olarak adlandırılan ve olumsuz sonuçlara yol açabilen tablonun habercisi olabilir. Bu nedenle inatçı kaşıntılar, gebelerin doktorunu haberdar etmesi gereken bir bulgudur.

Gebelikte tırnak cilası kullanmak tırnağı daha da inceltebilir

Cildin bir uzantısı olarak kabul edilen tırnaklar, gebelik döneminde artan hormonların etkisiyle yumuşayıp incelerek kolay kırılır hale gelebilmektedir. Tırnak cilası kullanmak durumu daha da kötüleştirebilmektedir. Bulaşık ve çamaşır yıkarken lastik eldiven kullanmak, el ve tırnaklara nemlendirici losyon sürmek çoğu durumda faydalı olmaktadır.

Menopoz Döneminde Hayat Kurtaran Öneriler

Ani ateş basmaları, aşırı terleme, regl düzeninde meydana gelen değişimler, çarpıntı ya da üşüme… Ülkemizde sıklıkla 45-55 yaş arası kadınların yakındığı tüm bu şikayetler, menopozun ilk belirtileri arasında yer alıyor. Menopoz tıbbi olarak önlenemese de yaşam tarzında yapılacak önemli değişikliklerle geciktirilebilir.

Menopoz belirtileri 40 yaş sonrası görülmeye başlıyor

Son regl kanaması menopoz olarak kabul edilir. Bir kadının kesin olarak menopoza girdiğini söyleyebilmek için 12 ay kesintisiz regl olmaması gerekmektedir. Menopoz ilk belirtilerini, 40 yaş sonrası, yaklaşık 55 yaşa kadar geçen süre içerisinde görülen regl düzensizlikleri ile gösterir. Ardından regl kanaması tamamen biter. 40 yaş öncesi gerçekleşen menopoz ise, prematür over yani halk arasında yaygın bilinen adıyla erken menopoz olarak adlandırılır. 

Menopoz belirtileri arasında ilk sırayı regl düzeninde meydana gelen değişimler alır. Menopozda genellikle 45 yaş itibariyle kanamanın tamamen kesilmesinden 1-2 yıl önce regl düzeninde değişiklikler olur. Kanama, seyrek yani 1,5-2 ay aralıklarla görülebildiği gibi 15 gün gibi kısa sürelerde de tekrar edebilir. Menopozda ise kanama tamamen kesilir. Menopoz belirtilerine bakıldığında kadınların önemli bir kısmında sıcak basması, terleme, çarpıntı görülür ve bu belirtilerin şiddeti giderek artar.

Ateş basması yaklaşık 5 dakika sürüyor

Ateş basması, menopozda en şikayet edilen belirtilerden biridir. Yüzde, boyunda, kollarda, ellerde ve bazen de vücudun üst yarısında aniden yanma, terleme, kızarma ve sıcaklık hissi şeklinde görülür. Genellikle 3-5 dakika sürer ve geçer. Geceleri uykudan uyandıracak şekilde ateş basması uyku düzenini bozabilir. Günde birkaç sefer sık olabildiği gibi haftada birkaç kere de yaşanabilir.  Bazı kadınlar ise menopoz belirtilerini hiç yaşamadan atlatabilirler. Menopozda görülen diğer belirtiler ise şu şekilde sıralanabilir:

  • İdrar torbasının esnekliği azalacağı için gece idrara sık çıkma, idrar kaçırma, idrar yaparken yanma
  • Vajina kayganlığında azalma ve kuruluk oluşumu nedeniyle cinsel ilişkide ağrı
  • Cinsel isteksizlik
  • Göbek çevresinde yağlanma ve kilo alımı
  • Menopozda artan yaşlanma korkusu ile psikolojik rahatsızlıklar

Erken menopoz gebeliğe engel değil

Erken menopoz yani prematür over yetmezliği, gerçek menopozdan biraz farklıdır. Beklenen yaşta menopoza giren bir kadının doğurganlığı tamamen son bulur. Ancak prematür over yetmezliği yumurta hücrelerinin tükenmesi nedeniyle oluştuğu için kadının kendiliğinden ya da bazı kısırlık tedavileri ile hamile kalma şansı oldukça düşük olmakla birlikte doğurganlığı tamamen sona erer. Bu kadınlarda gebelik sağlanabilmesi için eğer altta yatan bir neden tespit edilmişse öncelikle onun tedavisi yapılmalıdır. Son olarak donör oosit (yumurta bağışı) ile tüp bebek yöntemi hakkında bilgi verilmelidir.

Sigara erken menopozu tetikliyor

Menopoz, kadının yaş alması ile gelişen kaçınılmaz bir durumdur. Menopoz belirtilerinin birçoğu zamanla geçecektir. Menopozu önlemenin ya da durdurmanın tıbbi olarak bir yolu yoktur ancak her kadın kendi vücut saatine göre bunu geciktirebilir. Erken yaşta menopoza girmemek için öncelikle sağlıklı bir yaşam sürmek gerekmektedir. Bunun için; sağlıksız üretilen hazır gıdalardan mümkün olduğunca uzak durulmalı, trans yağ tüketilmemeli, sebze-meyve ağırlıklı beslenilmeli, alkolden uzak durulmalı, düzenli ve tek eşli bir cinsel hayat sürülmeli, stressiz bir yaşam tercih edilmeli, spor yapılmalı ve sigara içilmemelidir. Kadın vücudunun östrojen hormonunu salgılama yeteneğini azaltan sigara, yumurtalıkların kendi doğal zamanından önce fonksiyonlarının tükenmesine ve sonuç olarak daha erken yaşta menopoza girilmesine neden olur. 

Menopoz tedavisi öncesi bu testler önemli

Menopozda, östrojen hormonu eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan şiddetli ateş basmaları,  hormon replasman tedavisi (HRT) ile etkili bir şekilde giderilebilir. Günümüzde şikayeti olmayan kadınlara rutin hormon tedavisi genellikle önerilmemektedir. Hormon replasman tedavisinde çoğu durumda östrojen ve progesteron hormonları birlikte verilmektedir. Tedaviye progesteron hormonu eklenmesinin amacı östrojen hormon tedavisinin tek başına verilmesi durumunda artan rahim kanseri riskinin bertaraf edilmesidir. HRT planlandığında; kapsamlı bir jinekolojik muayene, pap-smear, organların işlevlerinin iyi olduğunu gösteren çeşitli kan ve idrar incelemeleri, mamografi ve meme ultrasonografisi mutlaka yapılmalı, mümkün olan durumlarda kemik yoğunluğu ölçümü de bunlara eklenmelidir. 

Menopoz dönemine kolay atlatmanızı sağlayacak 7 öneri

  • Menopoz dönemini doğal bir süreç olarak düşünün, kabullenin ve bu süreçte de kendinizle barışık olun.
  • Ailenizden, arkadaşlarınızdan ve yakın çevrenizden destek beklediğinizi onlarla paylaşın.
  • Doktor kontrollerinizi aksatmayın ve tüm sıkıntılarınızı doktorunuzla paylaşın.
  • İhtiyaç duyuyorsanız psikolojik yardım almaktan çekinmeyin.
  • Düzenli egzersiz, yoga veya meditasyon yapın.
  • Sağlıklı ve dengeli beslenin.
  • Regl dönemleriniz artık tatile denk gelmeyecek, kıyafetlerinizi kontrol etmek zorunda kalmayacaksınız, her ay yaşadığınız regl ağrıları artık olmayacak, doğum kontrol yöntemlerine de ihtiyaç duymayacağınız bu dönemin keyfini çıkarın.

Anne Sütü Bebeği Obezite ve Diyabetten Koruyor

Anne sütü bebek için en ideal besin kaynağıdır. Bebeğin ilk 6 ayında hemen hemen tüm beslenme ve vitamin ihtiyaçlarını tek başına karşılayan anne sütü, içerdiği pek çok yararlı maddeyle de bebeği hastalıklardan koruyucu özelliğe sahiptir. 

Hastalıklara karşı koruma kalkanı

Yapılan pek çok bilimsel çalışma sonucunda anne sütü alan bebeklerde kulak ve akciğer enfeksiyonları, menenjit, viral sindirim sistemi hastalıkları daha az görülmüştür. Bu hastalıklara karşı bebeği koruyan başlıca madde, anne sütündeki Ig A adı verilen proteindir. Bu protein anne sütünde ve özellikle de kolostrum adı verilen ilk zamanlardaki sütte bol miktarda bulunur. Anne sütü, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkabilecek diyabet, kolesterol ve hipertansiyon gibi hastalıkların gelişimini önlemede kısmen etkilidir.

Aşırı kilo almayı önleyici etki

Anne sütünün, bebeğin kilo dengesi üzerinde de önemli bir etkisi bulunmaktadır. Anne sütü ile beslenen bebeklerin ileri yaşlarda aşırı kilo ve obezite riskleri daha düşüktür. Çünkü anne sütü bebeklerin daha iyi beslenme alışkanlığı edinmesini sağlar. Daha az insülin (acıktıran, yağları depo eden hormon) ve daha fazla leptin (iştahı kapatan, yağları yakan hormon) içerdiği için de bebeğin aşırı kilo almasını önler.

Sindirim sisteminde alerjiye karşı koruyucu tabaka

Anne sütü yerine, çeşitli formül mamalarla ya da inek, koyun, keçi sütü ile beslenen bebeklerde alerjik rahatsızlıklar daha fazla görülür. Sadece anne sütünde bulunan Ig A bebeğin sindirim sisteminde koruyucu bir tabaka oluşturur ve bu tabaka olası alerjik besinlerin bebeğin sindirim sitemine ulaşmasını engeller.

Bebeğin zeka gelişimini artıran etki

Bebeklerin anne sütü ile beslenmesi, zeka gelişimleri üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Yapılan birçok bilimsel çalışma da anne sütü alan çocukların daha zeki olduklarını doğrular niteliktedir. Bu araştırmaların birinde 17 binden fazla bebek doğumdan sonra 6,5 yıl süre ile takip edilmiş ve bebeklerden uzun sure anne sütü alanların daha yüksek bir zeka katsayısına sahip olduğu gözlenmiştir.

Annenin kanser riski de emzirme ile azalıyor

Anne sütünün bebek için yararlarının yanı sıra anne sağlığı için de etkileri göz ardı edilmemelidir. Anne bebeğini ne kadar süre emzirirse, meme ve yumurtalık kanserine yakalanma olasılığı o oranda azalmaktadır. Bu nedenlere kadınların meme kanserinden korunmak için bebeklerini en az bir yıl süre ile emzirmeleri önerilmektedir. Emzirmenin anne psikolojisi üzerinde de olumlu etkileri bulunmaktadır. Emzirme sırasında salgılanan oksitosin hormonu, annenin rahatlamasını sağlar.

İşitme kaybı biyonik kulak ile son bulabiliyor

Türkiye’de ve dünyada her 1000 kişiden biri işitme kaybı ile doğuyor. Nedeni tam olarak bilinmeyen işitme kayıpları erken dönemde belirlenemediğinde, tedavi edilmesi zorlaşıyor.

Doğuştan ya da sonradan ortaya çıkan duyma kayıplarının tedavisinde kullanılan işitme cihazları, hastayı sessiz yaşamından kurtarıyor. İşitme engelliler için devrim niteliğinde olan biyonik kulak yani “Koklear Implant”, diğerlerinden farklı olarak sesi bir elektrot vasıtasıyla önce elektrik enerjisine çevirip frekanslara bölüyor, ardından iç kulaktaki duyu hücrelerine gönderiyor. “Koklear Implant” kulak içine yerleştirildiği için de estetik açıdan hastaya güven veriyor. 

İşitme kaybı ile doğum birçok nedene bağlı olabilir

Doğuştan ya da sonradan ortaya çıkan işitme kayıplarının ortaya çıkış nedeni tam olarak belirlenememektedir. Ancak şüpheler; akraba evlilikleri, genetik, ateşli hastalıklar ve annenin geçirdiği enfeksiyonlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. İşitme kaybı ile doğan ve sorunu erken dönemde belirlenemeyen bebeklerde tedavi zorlaşmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu durum daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de ise bebeğe doğduğu andan itibaren yapılan işitme testleri sayesinde, herhangi bir duyma kaybının bulunup bulunmadığı erken dönemde tespit edilmektedir. Özellikle ailesinde işitme kaybı olan, akraba evliliği yapan kişiler doğan çocuklarına mutlaka işitmeyle ilgili gerekli olan testleri yaptırmalıdır

Çocuk çağrıldığında tepki vermiyorsa dikkat

İşitme kaybı olan çocuklardaki en önemli belirtiler; televizyon izlediğinde, çağrıldığında, ani bir patlama ve gürültü olduğunda tepkisiz kalmasıdır. Bu durumda aile işitme kaybından şüphelenmeli ve hemen bir kulak burun boğaz uzmanına danışmalıdır. Yapılacak testler zaten çocuğun işitme kaybının olup olmadığını ortaya koyacaktır. Erken dönemde tanının, tedavinin başarısı bakımından önemi unutulmamalıdır. 

Biyonik kulakla tedavisi mümkün

Toplumda, işitme kaybı olanların dilsiz olduğu ve bu durumun tedavisinin olmadığı yönünde yanlış bir inanış bulunmaktadır. Erken dönemde yakalanan işitme kayıpları araştırıldıktan sonra uygun çözüm seçeneği planlanarak, çocuğun duyma ve konuşma yeteneği kazanması sağlanabilir. İşitme kayıplarında, günümüzde kullanılan ve sonuçları diğer tedavilere kıyasla çok başarılı olan biyonik kulak yani koklear implant sayesinde, hastalar günlük yaşamdan kendilerini soyutlamadan sağlıklı bir birey olarak yaşamını sürdürmektedir. Ameliyat ile kulak içerisine yerleştirilen biyonik kulak, çocukların sosyal yaşamlarında herhangi bir sıkıntı çekmeden topluma kazandırılmalarını sağlar. İşitme kaybı ile dünyaya gelen çocuklar, biyonik kulak sayesinde müzisyen olma şansına bile sahiptir. 

Ameliyattan sonra rehabilitasyon önemli

Hastanın kulağına ameliyatla biyonik kulak yerleştirildikten sonra rehabilitasyon çalışmaları başlatılır. Başlanan rehabilitasyonun süresi implant takılan kişinin göstereceği ilgiye ve ebeveynlerin yaklaşımına göre değişmektedir. Rehabilitasyondaki temel amaç hastanın kaybedilen veya hiç olmayan işitsel özelliklerini geri kazandırmaktır. Tabi ki hastanın bu süreçteki en önemli destekçisi ailesi ve çevresidir. Kişi, çevresinin Onlar ne kadar ilgili olurlarsa kişi o kadar hızlı şekilde adapte olur.

Fodmap Diyeti Nedir? Fodmap Diyeti Neleri İçerir?

Fodmap diyeti, ince bağırsağın zayıf bir şekilde emmesi nedeni ile bağırsak problemlerine neden olan bazı karbonhidratların (şekerler) sınırlandırıldığı 3 adımlı diyet programıdır. Fodmap olarak adlandırılan bu besinler, buğday ve fasulye de dahil olmak üzere belirli gıdalarda bulunan karbonhidrat türleridir. Özellikle hassas bağırsak sendromu gibi sindirim problemleri olan kişilere önerilir. Diyet, bu karbonhidratları sınırlayarak veya hariç bırakarak mide ve bağırsak rahatsızlıklarının semptomlarını hafifletmeyi amaçlar.

Düşük Fodmap Diyeti Nedir?

Fodmap diyeti genel olarak hassas bağırsak sendromu sıkıntısı olan kişilerin tedavisinde önerilen bir diyet türüdür. Fodmap bir çeşit karbonhidrattır. Düşük fodmap diyeti olarak da adlandırılan ve fermante edilebilen karbonhidratlar açısından fakir olan fodmap diyeti ile özellikle huzursuz bağırsak sendromuna sahip bireylerin semptomlarının hafifletilmesi, mide ağrısı, kramp, şişkinlik, gaz sancısı veya reflü gibi belirtileri azaltmaktır. Fodmap diyeti ishal ve kabızlığı da azaltmayı amaçlar. 

Fodmap Nedir?

Fodmap fermante edilebilen ve sindirime duyarlı kısa zincirli karbonhidrattır. Fodmap adıyla bilinen bu kısa zincirli karbonhidratlar bakterilerin bulunduğu bağırsağın uç bölgesine ulaşarak burada emilirler. 

Düşük Fodmap Diyetini Kimler Uygulayabilir?

Başta huzursuz bağırsak sendromu olanlar ve diğer sindirim sistemi bozukluğuna sahip bireyler tarafından uygulanabilir. Ülseratif kolit gibi rahatsızlıkların gösterdiği semptomları azaltmaya yardımcı olur. 

Fodmap Diyetinin Faydaları Nelerdir?

Fodmap diyeti özellikle huzursuz bağırsak sendromu ve diğer sindirim sistemi rahatsızlıklarına pek çok faydası bulunur.  Fodmap diyetiyle karbonhidrat tüketimi azaltılarak bağırsak hareketliliği arttırılır. Bunun yanı sıra Fodmap diyeti stresi azaltarak depresyonu önlemeye de yardımcı olur. 

Hassas bağırsak sendromunu kontrol etmeyi kolaylaştırır

Fodmap değeri yüksek olan gıdaların ince bağırsaktaki emilimleri zayıftır ve bakteriler tarafından hızlı bir şekilde fermente edilir. Bu da başta hassas bağırsak sendromu olmak üzere çeşitli sindirim rahatsızlıkların oluşmasına zemin hazırlar. Fodmap değeri düşük olan besinlerin tüketilmesi huzursuz bağırsak sendromu semptomlarının ciddi ölçüde azalmasına yardımcı olur. Böylece hassas bağırsak sendromuna fodmap diyeti uygulanarak semptomları control altına alınabilir

Sindirim sistemini iyileştirir

Düşük fodmap diyetinin düzenli olarak uygulanması gaz sıkışması, ishal, kramp gibi pek çok sindirim sistemi rahatsızlıkları belirtilerini ortadan kaldırabilir.

Depresyona iyi gelir

Fodmap diyeti vücuttaki stresin azalmasına yardımcı olarak depresyon belirtilerini ortadan kaldırmaya yardımcı olur.

Hangi Besinlerde Fodmap Bulunur?

  • Sarımsak
  • Maltitol
  • Soğan
  • Mannitol
  • Bal
  • Yüksek fruktoz mısır şurubu
  • Ksilitol
  • Sorbitol

Sebzeler ve meyveler

  • Böğürtlen
  • İncir 
  • Mango
  • Enginar 
  • Kuşkonmaz
  • Brokoli
  • Lahana
  • Pancar
  • Karnabahar

Tahıllar ve baklagiller

  • Buğday
  • Çavdar
  • Kuru fasulye
  • Börülce
  • Bakla
  • Badem
  • Kaju
  • Nohut
  • Antep fıstığı
  • Barbunya
  • Mercimek
  • Soya fasulyesi
  • Bezelye

Süt ürünleri

  • Süt 
  • Yoğurt
  • Ayran
  • Yumuşak peynirler
  • Dondurma
  • Ekşi krema

Fodmap İçeren Gıdaların Alternatifleri

Fodmap diyeti tarifleri içerik olarak düşük fodmaplı besinlerden veya fodmap içeren gıdaların alternatiflerinden oluşur.

Sebze ve meyve seçenekleri

  • Ispanak
  • Havuç
  • Salatalık
  • Yeşil fasulye
  • Biber
  • Domates
  • Muz
  • Portakal
  • Ananas

Tahıl ve protein kaynakları

  • Esmer pirinç
  • Darı
  • Kara buğday
  • Kinoa
  • Mısır 
  • Mısır irmiği

Süt ürünleri ve alternatifleri

  • Cheddar peyniri
  • Kaymak
  • Laktozsuz süt
  • Parmesan peyniri

Fodmap İçin Örnek Diyet Listesi

Fodmap diyeti listesi düşük fodmap değerine sahip besinlerden oluşur. Fodmap diyeti kahvaltı öğününde soğanlı ve ıspanaklı omlet önerilebilir. Öğle yemeğinde marul ve havuçlu ton balıklı salata, ara öğünde patlamış mısır ve ceviz, akşam yemeğinde ise kabak ve brokoli tüketilebilir.

Fodmap Diyetinde Tüketilebilecekler Listesi

Fodmap diyeti örneği arasında lif oranı çok yüksek olmayan besinler yer alır. Fodmap değeri düşük olan besinlerin tüketimi oldukça faydalıdır. 

Fodmap Diyeti Yasaklar Listesi

  • Baklagiller
  • Süt ve süt ürünleri
  • Buğday, çavdar, arpa gibi tahıllar
  • Alkollü içecekler ve meyve suları
  • Elma, kayısı, böğürtlen, kiraz, karpuz gibi fruktoz değeri yüksek meyveler
  • Enginar, kuşkonmaz

Düşük Fodmap Diyeti Nasıl Uygulanır?

Düşük fodmap diyeti uygulamayı planlayan kişilerin bir diyetisyenle hareket etmesi oldukça önemlidir. Fodmap açısından zengin besinler tüketimden çıkarılarak fodmap içermeyen veya az miktarda içeren besinler tüketilir. Semptomların azalmasıyla birlikte yasaklı yiyecekler yavaş yavaş tekrar tüketilmeye başlanabilir.

Diyet başlangıcında dikkat edilmesi gerekenler

  • Diyetisyen desteği
  • Yüksek miktarda fodmap içeren yiyeceklerden tamamen uzaklaşılması
  • Diyet listesine harfiyen uyulması

Fodmat Diyeti Süreci ve Aşamaları

Yüksek fodmap içeren besinler sindirim sistemi rahatsızlıkların asıl nedeni olabilir. Özellikle huzursuz bağırsak sendromunun başlıca nedenleri arasında yer alan bu besinlerin tüketimi ortadan kaldırılarak ve düşük fodmap diyeti uygulanarak sindirim sistemi rahatsızlıklarının belirtileri azaltılabilir. 

Pratik Öneriler ve Tarifler

  • Akşam yemeği olarak yasaklı olmayan sebzelerden yapılan fırın yemeği
  • Ara öğün olarak fruktoz değeri düşük meyvelerden oluşan meyve tabağı
  • Sabah kahvaltısı olarak glütensiz atıştırmalıklar ve omlet

Fodmap Diyetinin Olası Yan Etkileri ve Riskleri

  • Fodmap içeren besinlerin az tüketimi lif alımını azaltacağı için kabızlık şikayetlerine neden olabilir. 
  • Fodmap diyetinin bir ay kadar uygulanması bağırsaklardaki yararlı bakterilerin sayısını azaltacağından bağırsak florasını bozabilir. 

Şarbon Hastalığı Nedir? Belirtileri, Nedenleri ve Tedavisi

Şarbon hastalığı, Bacillus anthracis olarak bilinen bakterinin neden olduğu ciddi bir bulaşıcı hastalıktır. Toprakta doğal olarak bulunan bu bakteri, dünya çapında yaygın olarak evcil ve yabani hayvanları etkileyerek yayılmasına neden olur. İnsanlar enfekte hayvanlarla veya bu bakteriye sahip hayvan ürünleriyle temas ettiklerinde şarbona yakalanabilme ihtimalleri bulunur. Şarbon hastalığı hem insanlarda hem de hayvanlarda ciddi hastalıklara neden olabilir.

Şarbon Hastalığı Nedir?

Şarbon, bacillus anthracis bakterinin neden olduğu, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlarda görülen ve insana bulaşabilme ihtimali nadir olan ciddi bir enfeksiyondur.  Şarbon bir insan hastalığı değildir, hayvanlarda görülen bir enfeksiyondur.

Bu bakteri çeşidi toprakta uyku halinde bulunur veya aktif değildir. Şarbon hastalığı bakterilerin bulunduğu topraklarda otlayan hayvanları etkileyerek enfekte olmasına neden olur. İnsanlara ise bakteriyi barındıran besinlerden, su ya da cilt yaralarından geçebilmektedir. İlk aşamada antibiyotik ile tedavi edilebilir.

Şarbon Hastalığı Kimlerde Görülür?

Bazı kişiler şarbona maruz kalma açısından daha fazla risk altında bulunur. Bu kişiler şöyle sıralanır:

  • Çiftçiler ve hayvan yetiştiricileri
  • Şarbon sorunu olduğu bilinen ülkelere giden askeri üyeler ve turistler
  • Bakterileri inceleyen araştırmacılar ve laboratuvar çalışanları, biyologlar
  • Enfekte olmuş hayvanlarla çalışan veterinerler
  • Yün fabrikası, tabakhane ve mezbaha işçileri
  • Hayvan postu kullanan davul yapımcıları

Şarbon Türleri Nelerdir?

Şarbon hastalığı türleri, bakterilerin vücuda girme yollarına göre farklılık gösterir. Şarbon türleri şu şekilde sıralanabilir:

Deri şarbonu: Bakteriler ciltten bir yara yoluyla vücudu girebilir. Deri şarbonu en yaygın ve en az ölümcül olanı olarak bilinir. Risk altında olanlar arasında veterinerler, hayvan yünü, postu ve kılıyla ilgilenen kişiler yer alır.

Bağırsak şarbonu: Enfekte olan bir hayvanın az pişmiş veya çiğ etini yiyen insanlara bulaşabilen türüdür. Bakteriler yemek borusunu, boğazı, mideyi ve bağırsakları etkiler.

Akciğer şarbonu: Havada yer alan şarbon sporlarını soluyan kişiler, şarbonun ölümcül formunu vücuda alabilir. Bu durum ciddi solunum sorunlarına ve ölüme sebebiyet verebilir. Soluma şarbonunda yün fabrikalarında çalışan insanlar, mezbaha ve tabakhane çalışanları gibi enfekte hayvanlardan gelen sporları soluyanlar etkilenir.

Şarbon Hastalığı Belirtileri Nelerdir?

Şarbon hastalığı belirtileri türüne göre farklılık gösterir. Şarbon hastalığı belirtileri genellikle bulaştıktan sonra bir hafta içinde ortaya çıkar. Bazen şarbonunun belirtileri iki ay boyunca fark edilmeyebilir. En az 10 bin bakterinin solunması sonucu çok nadir insanlarda görülen şarbon hastalığı belirtileri şunlardır:

  • Göğüs ağrısı
  • Nefes almada güçlük
  • Bulantı ve kusma
  • Yorgunluk ve halsizlik
  • Ateş ve aşırı terleme
  • Baş ağrısı ya da kas ağrıları
  • Kaşıntı yaratan kabarcıklar veya şişlikler
  • Ağrılı cilt ülseri
  • Karın ağrısı ve kanlı ishal
  • Şişmiş lenf düğümleri

Şarbon Hastalığı Neden Olur?

Şarbon hastalığına neden olan en önemli etken bacillus anthracis bakterisidir. Bu bakteriler toprakta yıllarca yaşayabilecek sporlar üreterek aktif olmayacak şekilde bulunur. Özellikle koyun, keçi, sığır gibi otlarla beslenen hayvanları ve av hayvanları uykuda olan (aktif olmayan) bu bakteri sporları soluyabilir veya yutabilir. Bakteriler vücuttaki sıvılarla karışarak aktif hale gelerek yayılmaya başlar. Şarbon hastalığı ölümcül reaksiyonlara neden olabilir. Bu sporları soluyan ve cilt temasına giren kişilere de bulaşarak sağlığı tehdit eder.

Şarbon Hastalığı Tedavisi Nedir?

Şarbon hastalığının tedavisi türüne göre farklılık gösterebilir. Genellikle şarbon türleri tedaviye iyi yanıt verir. Uzman doktor antibiyotiklerle tedavi enfeksiyonun gelişmesini durdurabilir. Şarbon tedavileri şunları içerir:

  • Antibiyotikler enfeksiyonla savaşarak vücutta yarattığı etkilerin azalmasına yardımcı olur
  • Antitoksin içeren ilaçlar vücutta yer alan şarbonu nötralize ederek tedavi eder
  • Şarbon hastalığında oluşan enfeksiyonu önlemeye yönelik olarak aşı uygulanması kişileri tedavi eder
  • Şarbon aşısı, çiftçiler ve hayvancılıkla uğraşanlar, bakterileri inceleyen biyologlar, veterinerler ve yüksek riskli mesleklerde çalışan, 18 ila 65 yaş arasındaki kişiler için geçerlidir.

Şarbon Hastalığı Nasıl Önlenir?

Şarbon hastalığını önlemede en sık ve en etkili yöntemlerden biri de aşı olarak bilinir. Bu hastalığın insan vücuduna girebilmesi için en az 10 bin bakterinin solunması gerekir. Böylelikle ilk aşamada antibiyotiklerle şarbon hastalığına karşı ilerlemeden korunma sağlanır. Şarbon hastalığına neden olan bakterilerin olduğu bir ortamda bulunmadan önce bu faktörlere dikkat etmeniz gerekir. Şarbon hastalığını önlemenin yolları şöyle sıralanır:

  • Çiğ veya az pişmiş et yemeklerinden uzak durun
  • Hayvan postu veya kılından yapılmış hediyelik eşyaları kullanmayın, satın almayın
  • Besin hayvanlarını evcilleştirmeyin ya da onlara dokunmayın

Zika Virüsü Nedir? Zika Virüsü Belirtileri Nelerdir?

Zika virüsü, özellikle tropik bölgelerde yaygın olan Aedes sivrisinekleri tarafından ve korunmasız cinsel ilişki sonrası oluşan bulaşıcı bir hastalıktır. Semptomlar genellikle hafiftir ve ateş, döküntü, konjonktivit, kas ve eklem ağrısı, halsizlik veya baş ağrısını içerir. Hamile kadınlar için risk unsuru taşıyan zika virüsünden korunmak için seyahatlerde ve günlük yaşamda bilinçli bir şekilde hareket etmek önemlidir.

Zika Virüsü Nedir?

Zika virüsü, Aedes sivrisinekleri tarafından ve cinsel ilişki yoluyla bulaşan, ateş, döküntü, eklem ağrısı, halsizlik ve kırmızı göz gibi belirtiler ortaya çıkaran bulaşıcı bir enfeksiyondur.

Flavivirus grubuna ait bir RNA Virüsü olan Zika, sivrisinek ısırması ile geçebilen bir virütik hastalık olarak bilinir. Adını 1947 yılında Afrika’da, Uganda Zika Ormanlarında bir maymunda ilk olarak görülmesi ile almıştır. İnsanlarda görülmesi ise 1954 yılında Nijerya’da olmuştur. Afrika’dan Güney ve Orta Amerika, Karayipler, Güneydoğu Asya Meksika ve Pasifik Adalarına yayılmıştır.

Enfekte bir aedes sivrisinekleri tarafından ısırılma yoluyla ve ayrıca korunmasız cinsel ilişki yoluyla da yayıldığı kabul edilen zika virüsü, hafif ateş, deri döküntüsü, halsizlik, eklem ağrıları, baş ağrısı ve kırmızı göz gibi belirtiler meydana getirir.  Zika semptomları oldukça hafif ve bir hafta gibi kısa süreli olduğu için, birçok insan zika hastası olduğunu bile anlamayabilir. Bu da bulaşıcılığın, hastalığın yayılımının ne kadar kolay olabileceğinin göstergesidir.

Özellikle hamilelik sırasında zika virüsü enfeksiyonu bulaşırsa, bebeklerin mikrosefali ve konjenital zika sendromu olarak bilinen diğer konjenital malformasyonlarla doğmasına neden olabilir. Zika virüsü enfeksiyonu aynı zamanda erken doğum ve düşük yapma dahil olmak üzere hamileliğin diğer komplikasyonlarıyla da bağlantılıdır.

Zika virüsü yetişkinlerde ve çocuklarda Guillain-Barré sendromu, nöropati ve miyelit dahil olmak üzere nörolojik komplikasyon riskini artırır.

Zika Virüsü Belirtileri Nelerdir?

Zika virüsünün yaygın belirtileri arasında hafif ateş, deri döküntüsü, eklem ağrıları, baş ağrısı, halsizlik ve kırmızı göz olarak bilinen konjonktivit yer alır.

Semptmnlar ancak enfekte kişilerin dörtte birinde görülür. Zika virüsü belirtileri, benzerliği sebebiyle genellikle soğuk algınlığı, grip zannedilir. Ancak bazı durumlarda herhangi bir semptom görülmediği için virüs kolaylıkla yayılım alanı bulabilir.

Zika virüsü belirtileri genel olarak şunları içerir:

  • Hafif ateş
  • Deri döküntüsü
  • Yorgunluk ve halsizlik 
  • Artralji olarak bilinen eklem ağrıları
  • Kırmızı göz (konjonktivit)
  • Baş ağrısı
  • Titreme
  • Kusma 

Zika Virüsü Nasıl Bulaşır?

Zika virüsü, enfekte sivrisinekler ve korunmasız cinsel ilişki sonrası bulaşabilen enfeksiyon kaynaklı bir hastalıktır.  Virüsün dünyada farklı yerlerde görülmesinin en önemli sebepleri, insanların sık sık, kolaylıkla seyahat edebilmesi, iklim değişiklikleri ve ticaret yoluyla başka bölgelere virüsün rahatlıkla taşınabilmesidir. Bu da bu tip virüsler ile geçen hastalıkların yayılmasında oldukça etkilidir.

Zika virüsü bulaşma yolları şu şekilde listelenebilir: 

  • Sivrisinek ısırması ve sokması: Ana bulaş yolu, Sarı Humma sivrisinekleri olarak da bilinen, Aedes Aegypti türü sivrisineklerdir. Yetişkin dişi sivrisineklerin beslenebilmek, yumurtlayabilmek için kana ihtiyaçları vardır. Yumurtalarını bırakmak için su kaynakları, su yüzeyi ya da nemli alanlar, topraklar ararlar. Özellikle de durgun suları tercih ederler. Su depolamaya yarayan kaplar, kovalar, variller, çeşmeler, hayvan besleme ve su kapları, kaseler, bardaklar, çiçek vazoları gibi durgun sulara yumurta bırakırlar. Zika taşıyıcısı sivrisinek tarafından ısırılmış bir kişiye virüs bulaşır. Böylece virüsün yayılımı gerçekleşir. Zika virus için kuluçka süresi 3 ile 14 gün arasındadır.
  • Kan ve vücut salgısı yoluyla bulaşma: Hastalık kan, tükürük gibi çeşitli vücut sıvıları ile bulaşabilir. 
  • Cinsel yolla bulaşma: Az da olsa cinsel temasla geçiş görülmüştür. Erkekler cinsel ilişki sırasında virüsü partnerlerine bulaştırabilirler. Çünkü zika spermde aylarca yaşayabilmekte ve bu zaman içerisinde partnere de bulaşabilir. 
  • Zika virüs taşıyan anneden doğacak bebeğe bulaşma: Hamile bir ebeveynden fetüse geçerek bebek için ciddi sonuçlar doğurabilir. Emzirme ile geçtiğine dair henüz bir bilgi bulunmaz.
  • Kan nakli yoluyla bulaşma: Hastalığa sahip bir kişinin kan vermesi yoluyla, kanı alan kişiye de virüsün bulaşması henüz doğrulanmamış olsa da, oldukça muhtemel görülür.

Zika Virüsü Nasıl Teşhis Edilir?

Hastalığın belirtileri, Dang Humması ve Chikungunya gibi sivrisinek ısırıklarına bağlı hastalıklara benzer. Zika virüsü belirtileri gösteren hasta için çeşitli kan ve idrar testi yapılarak, kanda zika enfeksiyonu aranır.

Zika Virüsü Nasıl Tedavi Edilir?

Hastalığın tedavisi için uygulanması gereken ve bilinen özel bir tedavi yöntemi yoktur. 

Zira virüsü belirtileri söz konusuysa dikkat edilmesi gerekenler şunlardır:

  • Bol bol dinlenilmeli,  
  • Susuz kalmamak amacıyla bol miktarda sıvı tüketilmeli, 
  • Ateş ya da ağrıyı azaltmak amacıyla uzman bir hekime görünerek tavsiye edilen ilaçlar alınabilir.

Zika Virüsü Nasıl Önlenir?

Zika virüsü için henüz bir ilaç ya da aşının varlığı söz konusu değildir Bu nedenle hastalıktan korunmak, yayılımın önlenmesi bakımından oldukça önemlidir.

Zika virüsünden korunmak yapılması gerekenler şu şekildedir: 

  • Riskli ülke ya da bölgelere seyahat edilecekse, genellikle klimalı ortamlarda bulunmaya, pencerelerde sineklik, yataklarda cibinlik bulundurmaya, etrafta sinekleri çekecek içi durgun su dolu kaplar bulunmasına fırsat vermemeye dikkat edilmelidir. 
  • Korunmak için kolları ve bacakları kapatan uzun kollu, uzun paçalı giysiler giymeye özen gösterilmeli, vücut ısırık olup olmadığı konusunda kontrol edilmelidir.
  • Ayrıca sivrisinekler ve böcekler için koruyucu spreyler, kremler kullanarak, sürekli olarak önlem almak da çok önemlidir.

Zika virüsü hangi ülkelerde görülmüştür?

Afrika’nın tropikal bölgelerinde, Güneydoğu Asya, Pasifik Adaları, Brezilya, Meksika, Porto Riko, Virgin Adaları, Orta Amerika, Kuzey ve Güney Amerika’da görülmüştür.

Tedirginlik yaratan bu salgın vakalarında büyük bir düşüş yaşanmış ancak tamamen ortadan kalkmamıştır.

Fıtık Nedir? Fıtık Belirtileri Nelerdir?

Fıtık, genellikle karın veya kasıklardaki organlardan birinin onu içeren kas veya dokudaki açıklıktan dışarı çıkıp o bölgeyi zorlayıp yırtması olarak tanımlanır. Farklı hareketler veya pozisyon sırasında gelip giden tuhaf bir çıkıntı hissi veren fıtığa yaşlılık, aşırı egzersiz, yaralanma, ameliyat ve doğum gibi faktörler neden olur. Fıtığın en belirgin semptomu fıtığın meydana geldiği bölgedeki ağrı ve şişliktir. Başlangıç evresinde bazen herhangi bir semptom göstermeyen fıtık için çoğu zaman cerrahi olarak fıtık ameliyatı yapılır.

Fıtık Nedir?

Tıbben herni olarak bilinen fıtık, bir organ veya yağ dokusunun, çevredeki kas veya bağlardaki fasya adı verilen zayıf bir noktada sıkışıp doğal yerinden dışa doğru kayıp çıkmasıdır. Genellikle karın (göbek bölgesi) veya kasık gibi karın duvarının daha zayıf olduğu yerlerde ortaya çıkan fıtık, yaşlılık, yoğun egzersiz, yaralanma ve travma, ameliyat ve doğumda meydana gelen bozuklukluklar gibi nedenlerle ortaya çıkar.

En yaygın görülen ilk fıtık belirtileri fıtık meydana gelen bölgedeki ağrı ve şişlik olarak bilinir. Kontrol altına alınıp tedavi edildiğinde çok ciddi risk taşımayan fıtık, zamanla ilerleyip ciddi bir sorun da yaratabilir çünkü fıtık içinden geçtiği deliğe sıkışıp geri giremediğinde daha fazla ağrı ve rahatsızlık meydana getirebilir ve ağır vakalarda dokuya kan akışı kesilerek nekroza (doku ölümü) sebebiyet verebilir. Fıtıklar zamanla kötüleşme eğiliminde olursa er ya da geç fıtık ameliyatı ihtiyacı doğabilir.

Fıtık Neden Olur?

Fıtık, kas veya bağ dokunuzdaki bir zayıflık, önceden var olan bir açıklık, bir organın veya başka bir dokunun doğal bölgesinden dışarı çıkıp kayması sonucu meydana gelir.

Fıtığın yaygın nedenleri arasında yaşlılık ve yaralanma gösterilir. Bunlarla birlikte fıtığa neden olan durumlar arasında yoğun egzersiz, ağır kaldırmak, kronik öksürük, kronik kabızlık sonucu ıkınmak, hamilelik ve obezite gösterilir.

Genel olarak fıtığa neden olan durumlar şunlardır:

  • Yaşlılık
  • Ağır yük kaldırılan bir işte çalışmak
  • Travmatik yaralanma
  • Ameliyat
  • Aşırı egzersiz
  • Kronik öksürük ve sürekli hapşırmak
  • Kronik kabızlıkla birlikte ıkınmak
  • Hamilelik
  • Sağlıksız beslenme ve obezite
  • Sigara tüketimi

Fıtık Çeşitleri Nelerdir?

Fıtığın en sık görülen çeşitleri kasık fıtığı ve karın fıtığıdır. Bunlarla birlikte bel fıtığı, boyun fıtığı ve mide fıtığı da fıtık çeşitleri listesinde yer alır.

Fıtık çeşitleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Kasık fıtığı
  • Karın fıtığı
  • Bel fıtığı
  • Boyun fıtığı
  • Mide fıtığı
  • Femoral fıtık
  • Konjenital diyafragma fıtığı
  • Kesi fıtığı
  • Ventral fıtık
  • Perine fıtığı

Epigastrik fıtık, dev karın duvarı fıtığı ve spigel fıtığı, yukarıda yer alan fıtıklara nazaran daha az görülen fıtık çeşitleri arasındadır.

Fıtık Belirtileri Nelerdir?

Kişiden kişiye ve fıtık çeşidine göre farklılık gösterebilen fıtığın gözle görülen ilk belirtileri rahatsızlık olan bölgedeki ağrı, şişlik, çıkıntı ve rahatsızlık hissidir. Fıtık olan bölgede uyuşma, hareket ederken zorlanma da fıtık belirtileri olarak kabul edilir.

Yaygın olarak görülen fıtık belirtileri şunları içerir:

  • Fıtık oluşan noktada ağrı, şişlik, çıkıntı ve rahatsızlık
  • Öksürme ya da hapşırma anında meydana gelen baskı
  • Fıtık bölgesinde uyuşma, karıncalanma
  • Hareket ederken zorlanma
  • Kaslarda güçsüzleşme
  • Erkeklerde testislerin etrafında çekilme hissi
  • Bel ve bacak ağrıları
  • İdrar kaçırma

Ağrı, şişlik, çıkıntı ve rahatsızlık hissi

Fıtığın meydana geldiği bölgenin etrafındaki dokuların gerilmesi veya yırtılmasından ağrı meydana getirebilir. Fıtığın büyümesi durumunda ağrı daha da şiddetlenebilir.

Öksürüp, hapşırırken meydana gelen baskı

Kişi öksürüp hapşırdığında fıtık bölgesindeki dokularda baskı yaşanır.

Fıtık bölgesinde uyuşma, karıncalanma

Fıtık çevresindeki sinirlere baskı yapılması sonucu fıtığın meydana geldiği bölgede uyuşma ve karıncalanma yaşanabilir.

Hareket ederken zorlanma

Bel, karın, kasık veya boyun fıtığı yaşayan kişiler hareket ederken kasların tahriş olup baskı görmesi sonucu zorlanma hissi yaşarlar.

Kaslarda güçsüzleşme

Kaslarda yaşanan güçsüzleşme, kas veya dokularda meydana gelen açıklıktan kaynaklanabilir.

Erkeklerde testislerin etrafında çekilme hissi

Özellikle kasık fıtığı yaşayan erkeklerde testislerin etrafında çekilme oluşabilir.

Bel ve bacak ağrıları

Bel fıtığında, fıtığın doku ve kaslarda meydana getirdiği tahrişe bağlı olarak şiddetli ağrılar yaşanabilir. Bu ağrılar belden başlayıp bacaklara kadar yayılabilir.

İdrar kaçırma

Kasık fıtığının varlığı, mesane ile ilişkilendirilerek idrar kaçırma semptomunu ortaya çıkarabilir.

Bacağa Vuran Fıtık Ağrısı Nasıl Geçer?

Özellikle bel fıtığının sebep olduğu bacağa vuran fıtık ağrısını geçirmek için etkili yöntemlerden biri fizik tedavi uygulamalarıdır. Bunlarla birlikte ağır kaldırmaktan kaçınmak, aşırı egzersizlerden uzak durmak ve dinlenmek de bacağa vuran fıtık ağrısını geçirir. Doktor kontrolünde alınacak ağrı kesiciler de işe yarayan bir yöntemdir.

Fıtık Nasıl Teşhis Edilir?

Meydana gelen fıtık türüne bağlı olarak fıtık teşhisi için genellikle doktor tarafından bir fizik muayene yapılır. Özellikle belirli bir bölgedeki ağrı, öksürüp hapşırırken veya pozisyon değiştirirken yaşanan rahatsızlık neticesinde doktor tarafından fıtık teşhisi yapılabilir.

Durumun ciddiyetini belirlemek ve bazı fıtıkların teşhis edilmesi için CT taraması gibi bir tür yumuşak doku görüntülemesi de gerekebilir.

Fıtık Nasıl Tedavi Edilir?

Fıtık tedavisi genellikle fıtık ameliyatını içerir. Fıtığın türüne ve şiddetine bağlı olarak tedavi planı değişebilir ancak birçok fıtık türünde fıtık ameliyatına başvurulur.

Üç tip fıtık ameliyatı söz konusudur ve tedavi şu şekilde ilerler:

Açık ameliyat: Fıtık bölgesinden vücutta bir kesi yapılır, çıkıntılı doku tekrar yerine yerleştirilir ve kas duvarı tekrar dikilir. Ekstra destek sağlamak için bölgeye bir ağ yerleştirilebilir.

Laparoskopik cerrahi: Açık cerrahiye benzer bir yöntem olan laparoskopik cerrahide karın veya kasık dışına bir kesi yapmak yerine doktor, işlemi tamamlamak için cerrahi aletleri yerleştirmek üzere küçük kesiler gerçekleştirir.

Robotik fıtık ameliyatı: Robotik fıtık onarımı, doktorun ameliyathanedeki bir konsoldan cerrahi aletleri kullanmasıdır. Robotik cerrahi, bazı küçük fıtıklar veya zayıf alanlar için kullanılabileceği gibi, karın duvarının yeniden yapılandırılması için de tercih edilebilir.

Ürik Asit Nedir? Ürik Asit Yüksekliği ve Düşüklüğü

Ürik asit, vücuttaki hücrelerde, yiyecek ve içeceklerde bulunan pürin adı verilen kimyasallar vücutta parçalandığında açığa çıkan atıktır. Pürinlerin parçalanması sırasında ürik asit üretilir. Pürinler vücutta üretildiği gibi hamsi, uskumru, bezelye gibi besinlerde de yer alır. Kanda çözünerek böbreklere ulaşan ürik asit idrarla dışarı atılır. Vücut yeterince ürik asit üretmediği durumda hastalıklar görülebilir. Kanda yüksek oranda ürik asit bulunduğunda ise hiperürisemi olarak tanımlanır ve gut hastalığı, iltihaplı eklem rahatsızlıklarına sebep olur.

Ürik Asit Nedir?

Ürik asit, vücutta besinlerin parçalanmasıyla beraber pürin maddesinin ayrışmasıyla ortaya çıkarak gut hastalığı ve böbrek taşı oluşumuna neden olan bir atıktır. Bazı durumlarda ürik asit eklemler ve dokularda birikerek enfeksiyona neden olur.

Genellikle vücuttaki ürik asit, böbrekler ve idrarda filtrelenerek dışarı atılır. Çok fazla pürin barındıran besinler tüketilmesi durumunda vücut hızlı bir şekilde ürik asidi uzaklaştıramaz ve kanda birikmesine neden olur. Yapılan testler sonucunda ürik asit yüksekliği ortaya çıkar. Standart bir ürik asit değeri 6,8 mg/dl (miligram/desilitre) olarak kabul edilirken hiperürisemi olan ürik asit yüksekliğinde bu değerin üstü olarak kabul edilir ve bu durum gut hastalığına yol açabilir.

Ürik Asit Değeri Kaç Olmalıdır?

Ürik asit, erkeklerde 7 miligram/desilitrenin (mg/dL) üzerinde, kadınlarda 6 mg/dL’nin üzerinde olduğunda yüksek kabul edilir. Ürik asit düşüklüğü ise 2 mg/dL’den az olarak tanımlanır.Ürik asit testi, kan tahliliyle yapılmaktadır.

Ürik Asit Yüksekliği Nedir?

Hiperürisemi olarak adlandırılan ürik asit yüksekliği, kandaki ürik asit miktarının 6,8 mg/dL’den fazla çıkmasıdır. Ürik asit yüksekliği gut, böbrek taşı gibi böbrek hastalıkları, kalp damar rahatsızlıkları, obezite, diyabet ve hipertansiyon hastalıkların bulunduğu ya da ortaya çıkabileceği anlamına gelir.  Bunun yanında ürik asit yüksekliği kalp kapaklarında ürik asit yoğunluğunu yaşandığının da göstergesidir.

Ürik Asit Yüksekliği Neden Olur?

Besinlerde ve vücutta yer alan pürin maddesinin sağlıklı bir yıkım gerçekleştirememesi durumunda, idrarla atılamayan ürik asidin birikmesiyle ürit asit yüksekliği meydana gelir. Hiperürisemi, ürik asidin keskin kristaller halinde bir araya toplanarak eklemlere yerleşmesine sebep olan artritin ağrılı olarak görülen gut hastalığını ortaya çıkarır. Böbreklerde birikmesi durumunda ise böbrek taşı oluşturur.  Hiperürisemi tedavi edilebilen bir sağlık sorunudur.

Ürik Asit Yüksekliği Belirtileri Nelerdir?

İlk aşamada grip ya da nezle gibi belirtilerle kendini gösteren ürik asit yüksekliği, eklemlerde ve dokularda meydana gelerek kişinin yaşam koşullarını etkiler.

Gut hastalığına neden olan ürik asit yüksekliğinin en yaygın görülen belirtileri şöyle sıralanır:

  • Eklemlerde şiddetli ağrı
  • Kollarda ve bacaklarda şişlik
  • Renk değişikliği veya kızarıklık
  • Hafif dokunuşta bile hassasiyet
  • Eklemlerde sıcaklık ve yanma hissi
  • İdrar çıkma isteğinin azalması
  • Yorgunluk ve halsizlik
  • Nefes darlığı
  • Bilinçte bulanıklık durumu
  • Böbrek taşları
  • Böbrek yetmezliği

Ürik Asit Yüksekliğini Düşürmenin Yolları Nelerdir?

Vücutta yer alan ürik asit miktarını sınırlamak için gıda tüketimine önem verip şekerden kaçınarak dengeyi sağlamak mümkündür. Ürik asit yüksekliğini düşürmenin ve dengelemenin doğal yöntemleri şöyle sıralanır:

Pürin açısından zengin olan gıda tüketimini sınırlandırın

Ürit asit kaynağı olarak görülen et, deniz ürünler ve sebzeler gibi pürin içeren gıdaların tüketimini sınırlandırarak değeri korumak mümkündür. Pürin açısında zengin olan gıdalar arasında balık, kabuklu deniz ürünler, kümes hayvanları ve kırmızı et yer alır.

Şekerden uzak durun

Fruktoz meyve ve bal içerisinde yer alan fruktoz şekeri parçalandığı durumda vücutta pürin düzeyi artarak ürit asit yüksekliğine neden olur. Şekersiz içecekler tercih etme, paketlenmiş gıdaları sınırlandırmak bu duruma katkı sağlayacaktır.

Bol su tüketimi yapın

Bol miktarda sıvı tüketimi yapmak böbreklerde biriken ürik asidin dışarı atılmasına yardımcı olur. Böylelikle oluşabilecek böbrek taşı riski de azalmış olur.

Doğru oranda kahve tüketin

Kahve tüketmek, vücutta pürinlerin parçalanmasını sağlayan enzimle rekabet ederek ürit asit yüksekliğinin düşmesine yardımcı olur. Bunun yanında kahve, ürik asidin salgılanma hızını artırır.

Beslenmenize lifi dahil edin

Lif açısından zengin olan besinleri tüketmek ürik asit seviyesini azalmasına yardımcı olur. Bunun yanında tüketilen lif, kan şekerini de dengeler ve insülin seviyesini korur. Doygunluğu da sağladığından tok tutar ve kilo dengesini sağlar.

C vitamini takviyesi alın

Yüksek C vitamini oranları ürik asidin düşmesine yardımcı olarak oluşabilecek hastalıkların önüne geçer. C vitamini açısından zengin meyve ve sebzeler ürik asidin dengelenmesinde önemli rol oynar.

Ürik Asit Düşüklüğü Nedir?

Hipoürisemi olarak da isimlendirilen ürik asit düşüklüğü, kanda ürik asidin 2 mg/dL’den düşük olması, ve pürinin yeterli miktarda parçalanmaması durumudur. Böbrek sorunları, karaciğer hastalıkları, bazı endokrinolojik problemler ve multiple skleroz hastalığı ürit düşüklüğüne sebep olur. Bunların yanında pürin içeren besin tüketiminin az olması, yeterli miktarda protein alımının olmaması ya da bazı ilaçların yan etkisi de ürik asit düşüklüğü nedenleri arasında sayılır. Ürik asit düşüklüğü belirti vermeyebilir.

7/24 Kolay Randevu